Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Musul harekâtı öncesi yapmış olduğu açıklamada 'Misak-ı
Millîyi anlarsak Musul'u da anlarız' Yeni nesile bunu anlatmak en önemli görevlerimizdendir"
demesi, misakı millî neresidir ve biz misakı millinin neresindeyiz tartışmasını
da beraberinde getirdi.
Misak-ı Millî (Milli
Yemin) Kurtuluş Savaşı'nın siyasi manifestosu olan altı maddelik bildirinin
adıdır. İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak
1920'de oy birliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklanmıştır. Bir kesim Misak-ı Milli
Beyannamesi‘ni kutsal bir metin mertebesinde görse de, aslında
söz konusu olan gerçeklikten çok bir söylemdi.
Misak-ı millî ’de ki milli
kelimesi milletle ilgili, millete ait anlamındadır ama oradaki millet bu günkü
ulus anlamında değildi. Misak da sözleşme anlamını içeriyor. Misak-ı Millîden
anlaşılan da millet sözleşmesi olabilir. Çoğulu milel olan milletin Osmanlı
iktidar sisteminde ifade ettiği anlam bu günkünden farklı olarak, “bir dine,
bir inanca mensup olan topluluğu” ifade ediyordu. Osmanlı sisteminde bir
topluluk eğer farklı dine mensupsa farklı bir millet kabul ediliyordu.
Dolayısıyla milli sözleşme İslam halkları arasında birlikte yaşama iradesini
ifade ediyordu.
Osmanlı
İmparatorluğunun İtilaf devletlerine karşı savaşa katıldığı tarih olan 1914
yılında imparatorluğun nüfuz alanındaki topraklar yaklaşık 5 milyon kilometre
kare idi. Resmi tarih tarafından büyük bir başarı sayılan Lozan Barış
Antlaşması imzalandığındaysa yaklaşık 800 bin kilometre kareydi. İmparatorluk
topraklarının ve nüfuz alanlarının nerdeyse % 85′i kaybedilmişti. Nüfus 13
milyondu bunun 8,5 milyonu kadın 1,5 -2 milyonu çocuk geri kalanı ise savaş
artığıydı yani sakat gazilerden oluşuyordu. Bir arada yaşamaları öngörülen
halkların yaşadığı coğrafyalar ise itilaf devletlerinin işgali altındaydı.
İşte bu şartlar
içerisinde toplanan Osmanlı mebussan meclisi tarafından kabul edilen misakı
millîde sınırlar şu şekilde ifade edilmişti.
“Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim
1918 günlü mütarekenin yapıldığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan
ve Arap çoğunluğunun oturduğu kısımların kaderi halklarının özgürce verecekleri
oylara göre belirlenmek gerektiğinden, sözü edilen mütareke hattı dahilinde ve
haricinde, dinen, ırken ve emelen bir olan ve birbirlerine karşılıklı saygı ve
fedakârlık duyguları taşıyan, sosyal bakımdan uyum içinde bulunan Osmanlı İslam
çoğunluğunun oturduğu bölgelerin tümü fiilen ve hükmen ve hiçbir sebeple
ayrılamaz bir bütündür” diyerek esasında bir sınır çizmiyor
aksine birçok çelişki içeren bu madde ile belirsiz bir sınır ortaya
konuluyordu.
Metinde yer alan
mütareke dâhilinde ve haricinde ifadesi sınır sorununu bütünüyle
belirsizleştiriyor, ülke sınırları belirsiz hale getiriyordu. Eğer bu ifade
dikkate alınırsa ki, alınmak zorundadır, sınırların nereden geçtiğinin/geçeceğinin
belirsiz bir hal alması bir yana, halk oylaması yapılması istenen Arabistan,
Batum ve Batı Trakya’da halk oylamasına gidilmemiş; Misakı millîde olması gereken Musul sonraki dönemde
İngilizlere bırakılmıştır. Dolayısıyla metne sadık kalınmamıştır.
Aynı şekilde Lozan’da
çizilen sınırlar beyannamede sözü edilen; “dinen, ırken ve emelen bir olan
ve birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakârlık duyguları taşıyan, sosyal
bakımdan uyum içinde bulunan Osmanlı İslam çoğunluğunun oturduğu bölgelerin
tümü fiilen ve hükmen hiçbir sebeple ayrılamaz” deniyor denmesine ama
sadece dinen ve emelen, ırken ve sosyal bakımdan uyum içinde olanlar coğrafik
olarak parçalanması biryana, insanlar ailelere varıncaya kadar parçalanıyor. Suriye
sınırında yakın zamana kadar bayramlarda yaşanan bu trajik durum halen
hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Kürt nüfusunun yaşadığı coğrafya Türkiye,
ırak, İran ve Suriye arasında parçalanıp birbirine kırdırılıyor ve
yabancılaştırılıyor. Ya da emperyalistler tarafından zikredilen ülkelere karşı
bir denge unsuru olarak kullanılıyor.
Yüzlerce yıl, kahır
ekseriyeti Türk, Arap, Fars ve Kürt olan kadim halklar birbirlerine düşman
edilmiş ve bu milletlerden devşirilen kadrolarla bu düşmanlık derinleştirilmiştir.
Resmi tarihin yalanlarıyla Araplar Osmanlıyı arkadan vuran hain; Kürtler ise
şeyh isyanından bugüne kadar, İngilizlerle işbirliği yapan terörün kaynağı ve
yaşamaya hakkı bile olmayan bir cüzzamlı ilan edilerek ‘ya sev ya terk et’
denilmiştir. Kardeşler birbiriyle uğraşırken syces-picot anlaşması gereği coğrafya emperyalistler tarafından pay
edilerek her yönüyle sömürülmüşlerdir.
Günümüzde geçmişe nazaran
bir nebze olsun şuurlu olan ve kendi içindeki problemleri konuşmaya başlayan
halkların bu çabaları emperyalistler tarafından başarısız kılınmaya ve Büyük
Ortadoğu projesiyle nüfuz alanları yeniden belirlenmeye çalışılmaktadır. Ve bu
halklar arasında yüzyıllar sürecek yeni problemler yaratılmaktadır.
Arap baharı ile bin yıldır tarihi arkasından sürükleyen son
yüzyılda ise emperyalistler tarafından durdurulduğu düşünülen Türkiye’nin
kuşatılması süreci yaşanmış fakat Türkiye kadim devlet aklıyla hareket ederek
bu hamleyi 15 Temmuz FETÖ Darbesine karşı, sivil darbeyle ve arkasından Fırat
kalkanı harekâtıyla boşa çıkarmıştır.
Sayın cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın açıklamaları günümüzde
misak-ı millinin nasıl anlaşılması gerektiğini göstermesi açısından önemlidir.
Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklama şöyleydi: "Birileri bize 'Irak, Suriye,
Gürcistan, Kırım, Karabağ, Azerbaycan, Balkanlarla, Kuzey Afrika ile niye ilgileniyorsunuz?'
diye soruyor. Kimse binlerce kilometre uzaktan gelip burnumuzun dibinde
faaliyet gösteren ülkelere aynı cesaret ve yüksek sesle, 'Siz burada ne
arıyorsunuz?' demiyor. Bize ne aradığımız sorulan yerlerin hiçbiri bize yabancı
değil. Rize'yi Batum'dan ayırmak mümkün mü? Edirne'yi Selanik'ten nasıl ayrı
düşünebiliriz? Gaziantep'le Halep'i, Mardin'le Haseki'yi, Siirt'le Musul'u
nasıl birbirleri ile ilgili olmayan yerler olarak kabul edebiliriz? Hatay'dan
çıkın, Fas'a kadar uğradığınız her Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesinde bizden
bir şeyler mutlaka görebilirsiniz. Trakya'dan Doğu Avrupa'ya kadar olan
coğrafyada attığınız her adımda ecdadın izlerinden birine mutlaka rastlarsınız.
Tarih kitaplarında Misak-ı Milli'yi okuyoruz. Eğer Misak-ı Milli diye bir
derdimiz varsa kusura bakmayın. O zaman bu soruyu kendi içimizde birbirimize
soramayız. Tam aksine, 'burada üzerimize düşen görevler var' demek
durumundayız. İşin gerçeği bu. Aynı dili konuştuğumuz, aynı kültürü
paylaştığımız Gazze'yi Sibirya'ya kadar kendimizden ayrı düşünebilmemiz için
aslımızı inkâr etmemiz lazım. Bizim kültürümüzde aslını inkar eden
haramzadedir. Onun için Irak, Suriye, Libya, Kırım, Karabağ, Bosna ve diğer
kardeş ülkelerle ilgilenmek bizim görevimiz ve hakkımızdır. Bunlardan
vazgeçtiğimiz gün istiklalimizden ve istikbalimizden vazgeçtiğimiz gündür.
Bizim buna hakkımız olmadığı gibi milletimizde böyle bir duruma asla rıza
göstermez."
İşte Bizim misak-ı milliden anlamamız
gereken ve gençlere anlatmamız gereken tamda budur. Misakı milli bir sınır
tanımlaması olmaktan ziyade bir kültür çevresi olarak tüm Müslim ve gayrı
Müslim halkları kucaklamak olmalıdır. Öncelikle zihinlerdeki sınırların
aşılması önemlidir bunu başarabilirsek fiziki kavuşma arkasından gelecektir.
Son söz olarak, Ünlü
sosyolog Cemil Meriç “Bizde fikir
ormanda uyuyan güzeldir, kendisini uyandıracak prensi bekliyor.” diyor. Uyanacağımız
yeniden millet olacağımız günlerin yakın olması dileğiyle…
http://www.malatyam.com/Ky-2171-Misak-i-Milli-neresidir.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder