Karanlığı
çöktüğü zaman karanlığın şerrinden. (Felak 3)
Her insanın korkuları aynı olmadığı gibi toplumlarında korkuları
birbirinden farklıdır. Biz Anadolu insanı karanlıktan, yatırdan, cinden,
periden, nazardan vs. korkarken; Batıda bu yerini vampire, Koca ayağa bazen de
bir Türkün, örneğin Atila’nın tekrar gelebileceği endişesine bırakır. Bu
korkuları bastırmak içinde toplumlar farklı davranış kalıpları ortaya koymuştur.
Bizde nazar boncuğundan, at nalından tutunda muskaya ve hatta mezarlıktan geçerken
türkü çağırmaya kadar... Batıda ise vampir geldiğinde kendisini koruyacağına
inanılan kutsal haçı çıkarma...
Yaşadığımız bu zaman diliminde her şey o kadar altüst oldu ki
korkularımız bile artık bize ait değil. Batıdan korku ithal eden bir toplum
olduk. Gençlerimizde sıklıkla görmeye başladığımız haç bir süs eşyası olmaktan
öte korkudan emin olma inancını yansıtır oldu.
İnsanımızda ki bu korkuların kökeni Anadolu’da iki yüz yıl kadar kalmış
olan Perslerin inancı olan zerdüştlüğe ve birde Orta Asya’dan getirmiş
olduğumuz şaman gelenekleriyle açıklanabilir. Zerdüştlükte iyi ile kötünün,
ışık ile karanlığın kavgası vardır… Karanlık (her türlü kötülüğü içerisinde
barındırdığı için) yeryüzüne egemen olmasın diye Ateşgede denilen tapınaklarında
sürekli ateş yakmışlardır. Yani iyilik ve güzelliğin temsili olan ışık sürekli
var olmalıdır ki karanlığın orduları mağlup olsunlar ve yeryüzüne egemen
olmasınlar… Şamanizm’de öyledir kötü ruhlar vardır ve bu ruhlar şaman veya kam adı
verilen din adamları tarafından kovulur. Nazar boncuğu At nalı gibi
nesnelerinde insanı kötü bakışlardan koruyacağına inanılır.
Bastırılan korkular zamanla toplumların karakteri olarak dışa vurabilir. Vampirden korkan batı zaman içerisinde kan
emici bir vampire dönüşmüş ve kendisinden olmayan halkların üzerine bir
karanlık gibi çökmüştür. Sadece 20. yüz yılda en az 100 milyon masum insanı
katletmiştir. Batıda ki korku, onları bir canavara dönüştürmüşken bizim
korkularımız! Bizi koyunlaştırmış ve sömürülmeye müsait bir hale getirmiştir.
Oysaki yeni aldığımız bir arabaya Nazar etme ne olur çalış senin de olur
yazmamış mıydık? İnşa ettiğimiz gökdelenlerin girişlerine maşallah yazıp nazar
boncuğu ya da at nalı takmamış mıydık? Ne oldu da doğu medeniyetinin kaleleri
bir bir düştü ve karanlığın orduları tarafından bir bir işgal edildi?
Bunca acıyı yaşamamızın temelinde korkularımız tarafından kuşatılmış olma
durumu yatıyor olabilir mi. Korkularımızın esiri olmuş olabilir miyiz? Haset
edilmesinden korkan bir toplum iken haset eden bir toplum haline mi geldik?
Cinler tarafından çarpılmaktan korkarken Cin olup cinleri bile çarpan, bir
birine güven vermeyen ahlaki olarak çökmüş bir toplum mu olduk? Gıybet ve
dedikodu alıp başını gitti mi yoksa?
Belki de asıl korkularımız bu değildi? Bunlar sadece korkularımızı
maskeliyordu. Rızık korkumuz vardı belki de… Allah’ın Rezzak olduğuna
inanmıştık ta rızkı ondan değil başkalarından biliyorduk. Dünyanın geçici
olduğunu biliyor ama hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorduk oysa bal gibide ölümden
korkuyorduk… Allah’ın Resulü Sizin için iki şeyden korkuyorum: Kadın ve
dünyalık dememiş miydi? Kadın ve dünyalık tuzağına düşmüş bir toplumun,
karanlığın ordularıyla mücadele edeceğini beklemek safdillik olmaz mı? Hem
zaten karanlığın orduları bize dünyalık vaat etmiyor muydu?
İnsanlığı kurtuluşa erdirme iddiası ile ortaya çıkan beşeri İdeolojiler
tarih boyunca toplumların başlarına bela oldular. Toplumu kurtarmak için yola koyulan
ideolojilerin tamamı sonunda insanlığı katletti. Argümanları ne olursa olsun bu
hiç değişmedi.
Öyleyse nasıl kurtulacağız bu korkulardan!
Entelektüel, felsefi ve teorik analizleri bir tarafa
bırakıp, net cümleler, şeffaf düşünceler, sonuç belirten deyimler ve saf ayrıştıran
kelimelerle konuşup yazacak olursak ki Rabbimizde böyle yapıyor ve kurtuluş
reçetesini net bir şekilde bize sunuyor.
De
ki: Sığınırım ben, insanların Rabbi ’ne insanların Melik’ine,
insanların İlah’ına, O sinsi vesvesecinin şerrinden ki insanların
göğüslerine kötü düşünceleri fısıldar, Gerek cinlerden, gerek insanlardan. (Nas
suresi)
Allah neden bu surede bize: insanların Rabbi ’ne insanların Melik’ine, insanların İlah’ına, sığının dedi? Allah’ı Rab olarak, melik olarak ve ilah olarak bilin mi demek istedi! E Biliyoruz ya! Evet, sadece biliyoruz bilgiden amele geçmemiz gerekiyor Rab deyince; bizi yoktan var eden, barındıran, besleyen büyüten, kanun ve kural koyan cezalandıran ve mükâfatlandıran bir rabbe sığınmamızı istiyor. Yani önce üzerimizde tasarruf sahibi olan bir Rabbe iman, Onu Melik (hükümdar, sahip olan, hükmeden, istediği şekilde kullanabilen) olarak kabul ediş ve yalnız ona İtaat ederek yani Onu ilah( her şeyin üstünde olan) kabul edip karanlığın ordularının karşısına çıkmamız gerekiyor… Ancak bu şekilde karanlığın orduları yok olur, yeryüzü nura gark olur ve bizler korkudan emin oluruz.
Sonuç olarak; İslam’ın asaleti ve celadetini içermeyen hiçbir çaba, gerçek kurtuluşu ve huzuru sağlayamaz. Değerlerinden kopmuş bir toplum, her türlü etkiye, korkuya dolayısıyla kullanıma açık hale gelir. Sözümüz tükenmiş değil, umudumuz baki. Ölümü öldürdüğümüz, korkuyu korkuttuğumuz gün gezgin bir rüzgâr, bizi yeniden o günlere götürecek. Bize insan, Müslüman, ümmet ve millet, zalime de zalim, gâvura gâvur, münafığa münafık ve ahlaksıza ahlaksız denildiği o günlere…
Allah neden bu surede bize: insanların Rabbi ’ne insanların Melik’ine, insanların İlah’ına, sığının dedi? Allah’ı Rab olarak, melik olarak ve ilah olarak bilin mi demek istedi! E Biliyoruz ya! Evet, sadece biliyoruz bilgiden amele geçmemiz gerekiyor Rab deyince; bizi yoktan var eden, barındıran, besleyen büyüten, kanun ve kural koyan cezalandıran ve mükâfatlandıran bir rabbe sığınmamızı istiyor. Yani önce üzerimizde tasarruf sahibi olan bir Rabbe iman, Onu Melik (hükümdar, sahip olan, hükmeden, istediği şekilde kullanabilen) olarak kabul ediş ve yalnız ona İtaat ederek yani Onu ilah( her şeyin üstünde olan) kabul edip karanlığın ordularının karşısına çıkmamız gerekiyor… Ancak bu şekilde karanlığın orduları yok olur, yeryüzü nura gark olur ve bizler korkudan emin oluruz.
Sonuç olarak; İslam’ın asaleti ve celadetini içermeyen hiçbir çaba, gerçek kurtuluşu ve huzuru sağlayamaz. Değerlerinden kopmuş bir toplum, her türlü etkiye, korkuya dolayısıyla kullanıma açık hale gelir. Sözümüz tükenmiş değil, umudumuz baki. Ölümü öldürdüğümüz, korkuyu korkuttuğumuz gün gezgin bir rüzgâr, bizi yeniden o günlere götürecek. Bize insan, Müslüman, ümmet ve millet, zalime de zalim, gâvura gâvur, münafığa münafık ve ahlaksıza ahlaksız denildiği o günlere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder