Üstad
Seyyid Kutup tekfir hastalığına yakalanmış kardeşlerine şöyle demişti: “Bizler
davetçiyiz, kadı değil”
Tekfir
hastalığı nedir ve ne zaman ortaya çıkmıştır?
Tekfir; Müslüman olarak bilinen bir kimsenin Tevhid akidesine aykırı
inanç, söz ve fiillerinden dolayı küfrüne hükmedilmesi demektir. Yani o kimseye
“kâfir” demektir. Tekfirin şartları oluşup, engelleri tamamen ortadan kalktığı
bir durumda küfür hükmünü vermek zaruridir. Allah’ın dinine göre kâfire “kâfir”,
Müslümana da “Müslüman” demek farzdır. Kâfir’e “kâfir” demek hakaret değil, bir
durum tespitidir.
Tekfirciliğin ortaya
çıkışı, Hz.Ali dönemine kadar dayanır.
Bu fitneyi ümmetin başına Hariciler bela ettiler. Hz.Ali ile Muâviye arasında
gerçekleşen Sıffîn Savaşı’nda daha fazla Müslüman kanı akıtılmaması için
iki taraf hakem seçip aralarında ortak bir anlaşmaya varmaya karar verdiler (H.
37). Hz.Ali’nin hakemi Ebû Musa el-Eş’ari, Muâviye’nin hakemi ise Amr b. El-Ass
idi. Ancak Hariciler “Hüküm ancak Allah’ındır” (En’âm:57, Yûsuf:40, 67) diyerek
hakemin hükmünü isteyenleri tekfir ettiler. Görünüşte Kur’an’a uyuyorlar gibi
gözüken Haricilerin asıl amaçları fitne ,fesat çıkarmaktı.
Görülüyor ki, hileyle sonuçlanan bu olaydan sonra; Hz. Ali’yi hakeme gitmeye zorlayan bir grup, onu hakeme başvurduğu için büyük günah işlemekle itham edip, küfre girdiğini ve tevbe etmesi gerektiğini söylediler. Hz.Ali’nin dinden çıktığını düşünen bu bid’atçı hareket, bedevilerin de katılımıyla güçlendi ve Nehrevan Savaşı’na yol açtı. Bu savaşta Hariciler, tarih sahnesine çıkmış ve İslam tarihinde ilk ayrılıklar baş göstermiştir. Ümmet; Sünnî, Şiî ve Harici olmak üzere üçe bölünmüştür
Buna rağmen, Hz. Ali ve diğer sahabeler haricileri tekfir
etmemiş, arkalarında namaz kılmışlardır.
Hakim b. Cabir’den şöyle rivayet edilir:
Ali'ye soruldu:
“Onlar müşrik mi idiler?”
Hz. Ali: “Onlar şirkten kaçtılar.”
“Peki, Münafık mı idiler?”
Hz. Ali: “Münafıklar Allah’ı çok az zikrederler.”
“Peki, o zaman ne idiler?”
Hz. Ali: “Bizimle harp eden bir gurup. Biz de
onlarla harp ettik. Bize karşı savaştılar, biz de savaştık.” diye cevap
vermiştir.
Maalesef bu son günlerde, ilimden ve irfandan yoksun
hızlı mücahitler! Yoğun bir şekilde bu hastalığa duçar olmuş bir haldeler...
Kendi mezhebine, imamına uymayan görüşleri ve görüş
sahiplerini "kâfirlikle" suçlama cüretkârlığını gösteren öyle
insanlar türedi ki ortalıktan bu tür insandan geçilmiyor. Sözüm özellikle de sanal ortamda, klavye mücahitlerinedir…
İslam’a yıllarca hizmet etmiş, bedel ödemiş, ümmetin yıldızlarına acımasızca
hakaret eden bu güruhu Allah’a havale ediyorum.
Zira ‘tekfir
hastalığı’na yakalanan bu Müslümanlar için öncelik İslam’ın birliği ve
güçlenmesinden ziyade, cemaatinin düşüncesi ve diğer Müslümanlarla yaptığı
münazaralarda haklı çıkma sevdası hep ön plana çıkmaktadır. Hâlbuki yüce Allah
bize şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a (c.c) ve Resulüne itaat edin ve
çekişip birbirinize düşmeyin. Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız da gücünüz gider.
Sabredin şüphesiz Allah (c.c) sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46) Ve “hepiniz
Allah’ın (c.c) ipine sımsıkı sarılınız ve bir birinizden ayrılmayınız.” Ve “Allah’ü
(c.c) teala kalplerinizi birleştirdi de onun nimeti sebebiyle kardeş
oluverdiniz.” (Ali İmran 103)
Allah (c.c) müminlerin birbirlerine,
şefkat ve merhametle yaklaşmalarını emretmişken, bölük pörçük olmalarını men
etmişken, sırf cemiyetçilik taassubu ve dünyevi arzulardan ötürü içinde yer
aldığımız fırkanın mensuplarını dost bilip diğerlerini ötekileştirip düşman
ilan edip tekfir etme basitliğine düşmek gaflettir, dalalettir.
Bu hususta Rabbimiz Allah (c.c); “Ey iman edenler! Allah’u (c.c) teala’nın
yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın dinleyin ve size selam veren
kimseye, dünya hayatının fani metaını arayarak sen mü’min değilsin demeyiniz.” (Nisa
94) buyurmaktadır.
Kurtubi Tefsirinde (7/6128); “Bir kâfir imanı küfre tercih etmediği
müddetçe nasıl ki mü’min olamazsa, mü’minde küfrü kast etmediği ve küfrü tercih
etmediği müddetçe , kâfir olmaz.”
diyor…
Çünkü bu hastalık vahdeti
parçalıyor, Müslümanları birbirine düşürüyor, usulüne göre tenkit ve düzeltme
kapısını da kapatıyor. Oysaki yorum ve ictihad farklılıkları, bizlerin aynı
safta olmasını engellememelidir. Bu nedenle tekfir hastalığı yüzyıllardır İslâm
toplumlarının birleşmelerinin önünde ki en büyük engel ve fısk-fücur olarak
durmaktadır.
Ebû Zer’den Rasûlullah’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Kim bir kimseyi ‘kâfir’ diye çağırırsa veya ‘Allah düşmanı’ derse; bu şahıs
dediği gibi değilse, sözü kendi aleyhine döner.”
İbn Ömer de Resûlullah’ın şöyle buyurduğu rivayet eder:
“Bir kimse kardeşine ‘Ey Kâfir’ derse; bu sözle ikisinden biri küfre döner. Eğer dediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.”
İbn Ömer de Resûlullah’ın şöyle buyurduğu rivayet eder:
“Bir kimse kardeşine ‘Ey Kâfir’ derse; bu sözle ikisinden biri küfre döner. Eğer dediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.”
Hem kimsenin elinde imanometre
yok ki, şu iman etmiş, şu iman etmemiş diyebilsinler… Kimin iman edip
etmediği ancak kıyamet günü Rabbimizin bize bildirmesiyle öğrenilir. Bizler
iman etmekle, şirk koşmamakla ve küfürden sakınmakla mükellefiz; bu konularda
kusurlu olanları bilmemekten mesul değiliz!
Son olarak , şiarımız şu olmalıdır:
"ittifak ettiğimiz konularda kardeşlerimizle yardımlaşma içerisinde
olmalı; ihtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görmeliyiz"
Harika olmuş hocam elinize sağlık
YanıtlaSil10 numara olmuş hocam emeğinize,elinize sağlık
YanıtlaSilSizi yaradan Allaha gurban elinize emeğinize sağlık hocam!
YanıtlaSilEline sağlık hocam.İzindeyiz
YanıtlaSil