Hz. Hüseyin, Kerbelâ Olayı’nın
hakikatini şu cümlelerle, adeta haykırıyordu: “Eğer ben gitmezsem, bu ümmette
bir daha hiç kimse, haksızlığa karşı çıkmayacaktır.”
Muharrem ayı Hicri takvimin birinci
ayıdır. İslam'da haram aylar olarak bilinen dört aydan biridir. Lakin
bünyesinde çok acı hadiseleri de barındırması bakımından asırlardır matem ayı
olarak anılmaktadır. Matem ayı olması; Peygamberimizin Cennet gençlerinin
efendisi olarak nitelendirdiği sevgili torunu Hz. Hüseyin'in 72 arkadaşıyla
Kerbelâ’da Yezidin askerlerince hunharca katledilmelerindendir.
Hicri takvimle 10 muharrem 61, miladi
takvimle 10 Ekim 680 yılında cereyan eden Kerbela hadisesi üzerinden 1334 Yıl
geçtiği halde yüreklerde bıraktığı acı ve hüzün halen tazeliğini koruyor ve
kıyamete kadarda koruyacağa benziyor.
Kerbelâ hadisesi, sadece acı ve bizi
hüzünlendiren bir hadise olarak görülmemelidir. Bu olayla, İmam Hüseyin,
haksızlığa karşı çıkmanın sembolü olmuştur. Bidatlere, zulümlere bir
başkaldırıştır.
İmam Hüseyin mazlumların, ezilmişlerin, yalın ayaklıların ümididir. Yezid ise
her kötülüğün, kurnazlığın zulmün sembolü…
Yezit zihniyeti tarih boyunca var
olagelmiştir. Gün olmuş Firavunlarda, gün olmuş Nemrutlarda vücut bulmuştur.
Mekânlar gün olmuş Kerbela olmuş, Gün olmuş Hama, Bosna, Filistin, Mısır,
Suriye, Çeçenistan, Kurdistan olmuş… Her taraf kan gölüne çevrilmiş, namuslar
çiğnenmiş varlıklar yağmalanmış insanlık karanlık bir tünele sürüklenmiştir…
“Eğer kanım akmadan ayakta durmayacaksa
Muhammedîn dini, ey kılıçlar haydi durmayın alın beni, parçalayın bedenimi”
diyen Hüseyin’in duruşu, ruhu ve çağları aşan mesajı anlaşılabilseydi bugün
Müslümanlar, bu halde olmazlardı. Yanlışa yanlış deme erdemi Müslümanların
ahlaki vasfı olmadığı müddetçe de bu zelil durumdan kurtulacakları zor
görünüyor.
Müslümanların ilk kıblesi, Mescidi Aksâ’nın İsrail askerlerince işgale uğradığı bu günlerde, her yüz, belki bin Müslümandan ancak birinin bundan haberdar olması, bu hakikati açığa çıkarmaktadır. Bugün, İslam âleminin dört bir yanında, Müslümanlara dikte ettirilen onursuzca hayatın, temelinde bu şuur eksikliği var.
Zaman ve zemin ne olursa olsun, niceliğe
bakmaksızın, her daim hakkın yanında, haklının yanında, zalime karşı mazlumun
yanında onurlu mücadele vermenin adıdır Hüseyin’i duruş…
At izinin it izine karıştığı günümüzde,
Yezidin yanında duranların, Hz. Hüseyin için gözyaşı dökmeleri bizleri
aldatmamalıdır. Berkin Elvan için Timsah gözyaşı dökenlerin, Yasin Börü ve 2
arkadaşının bir apartman dairesinde sıkıştırılıp defalarca bıçaklanmaları
akabinde Üçüncü kattan atılıp cesetleri üzerinden arabalarla geçilip benzin
dökülerek yakılmalarına ses çıkarmamaları ne ile izah edilebilir. Haydi, onları
anladık ya bize ne oldu! Bizim cemaatimizden biri olmadığı için mi
suskunluğumuz? Onların Arakanda Budistler tarafından yakılan Müslümanlardan ne
farkı var?Hani ilkesel duruşumuz? …
Biliyoruz ki önemli olan; yaşadığımız
zaman ve şartlarda duracağımız saftır, sergileyeceğimiz duruştur. Kıyamete
kadar “yezitlerin” de “Hüseyinlerin” de varisleri bitmeyecektir. Her fert
sergileyeceği davranışla mutlaka bir safta yer almıştır; kendisi safını bilse
de bilmese de (!) safından hesaba çekilecektir. Onun içindir ki safları daha
sık ve düzgün tutmalı, Yasinleri, Hasanları ve Hüseyinleri yezitlere kurban
vermemeliyiz. Kufelilerin, Hz. Hüseyin’e dediği gibi “kalbimiz senden yana ama
kılıçlarımız yezitten yanadır! “dememeliyiz.
Nedendir bilinmez ama Peygamberimizin
sevgili torunlarını biri 44, diğeri 54 yaşında kaybettiğimiz halde
zihinlerimizde bir türlü büyütemez, onları hep dedelerinin sırtında hayal
ederiz! Oysa onlar kocaman yiğit oldular, dedelerinin davasını sırtlanarak
ümmete yol göstermek için can verdiler kan verdiler… Bize düşen ise ya Hüseyin
gibi Şehit olmak, ya da Zeynep gibi bu davayı çağlara taşımak olmalıdır.
Hüseyin’in yolunu sürdürenlere onun safında yezide karşı mücadele verenlere
selam olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder