Tarih boyunca Firavunlar Musalara karşı değişmez
birtakım davranışlar içerisinde olmuşlardır. Dünkü Firavun ne ise bugünkü
Firavun da odur yarın da aynı olacaktır.
Tarihi süreç içerisinde “Firavun” ismi tüm tiranların, diktatörlerin, sömürgecilerin ve
işbirlikçilerinin ortak adı olmuşken Musa;
zulüm saraylarına dalıp zalimlerle hesaplaşanların, onların düzenlerine baş
kaldırıp, hile ve desiselerini ifşa edenlerin sembolik ismi olmuştur
İnsanın tarih sahnesine çıkışından günümüze kadar iki
hukuk mevcudiyetini hep korumuştur. Bunlardan birincisi ilahi hukuk diğeri ise
beşeri hukuktur. İlahi hukuk; Allahın insanları yarattıktan sonra onları
başıboş bırakmayıp kullarından dilediğine gerek vasıtalı (Cebrail) gerek
vasıtasız bir şekilde vahyetmesi sonucu oluşmuştur. Beşeri hukuk ise şeytanın
ilahi hukuka tabi olanlarla mücadele etmeleri için dostlarına vahyetmesi sonucu
oluşmuştur. Yeryüzünde yapılan tüm mücadelelerin temelinde bu iki hukukun
hesaplaşması vardır.(hak-batıl, iyi-kötü, aydınlık ve karanlık v.s)
Musalar ilahi iradeyi ve adaleti yeryüzüne hâkim
kılmaya çalışırken, Firavunlar kendi heva ve heveslerini, arka planda ise bağlı
oldukları fikir babalarının(şeytanın) iradesini topluma hakim kılmaya
çalışmışlardır.
Kuranı kerimde “İman
edenler Allahın yolunda, inkâr edenler ise Tağut’un yolunda savaşırlar”(Nisa
76) buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmektedir.
Bu mücadelede bazen ilahi hukuk taraftarları ,bazense
beşeri hukuk (Müslümanların zaafları sonucu) galip gelmektedir.(Ali İmran 140)
Musalar iktidarı ele geçirdiklerinde yeryüzünde
adaleti tesis etmeyi, iyiliği emredip kötülükten alıkoymayı şiar edinmiş insanların can, mal, nesil, akıl
emniyetlerini sağlamışlardır. Yeryüzünde imar faaliyetlerinde bulunarak
orayı yaşanılabilir hale getirmeye gayret sarf etmişlerdir.(Hac/41)
Firavunlar ise iktidarı ele geçirdiklerinde nesli ve
kültürü yok etmişler, ele geçirdikleri şehri yakıp yıkmışlar, oranın şerefli
ahalisini zelil kılmışlardır. Terör estirerek can, gasp ederek mal, fuhşu ve hayâsızlığı
yaygınlaştırarak nesil ve kendi çizmiş oldukları kalıpların dışına çıkmayı
yasaklayarak akıl emniyetini yok etmişlerdir. Bazen halk üzerinde öyle ceberut
sistem kurmuşlar ki kendi dışında düşünen ve inanan insanları gözlerini kırpmadan
yok etmişlerdir. (Bakara/205)
Ashabu’l-uhdud hadisesi bunun örneklerinden sadece bir tanedir. Bu
olayda kral din değiştiren halkına tahammül edememiş şehrin etrafında hendekler
kazıp bu hendeklerde ateş yaktırmış ve kendi düşüncesine ters düşen herkesi
ateşlerde diri diri yakmıştır (bugün Arakan’da
Müslümanların diri diri yakılması gibi). Benzeri olayı, büyücüler Hz. Musa’nın
getirdiklerine iman edince firavunda görüyoruz. halkına “ben size izin vermeden
mi inandınız..şimdi ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseyim de görün
…diyerek kendisini vicdanların üzerinde otorite görmüştür. Ama inanan insanlar
zararı yok nasıl olsa biz rabbimize döneceğiz diyerek tarihin şerefli sayfaları
arasında yerlerini almışlardır.
Firavun ’un
Kızıldeniz’de ölümle yüz yüze gelip Musa’nın
ve Harun’un rabbini kabul etmesi ve o muhteşem gücün karşısında diz çökmesi ve
akabinde ölümün kendisini alıp götürmesi ve mustazafların yeryüzüne varis
olması üzerinde düşünülmesi gereken noktalardan biridir.
Her firavunun karşısında mutlaka bir Musa hep olagelmiştir. Bugün Firavun’u Sisi olarak ete kemiğe bürünmüş olarak,
Musa’yı ise Mursi olarak
görmekteyiz. Zulmün olduğu yerde halkların arasından öncüler ortaya çıkmış
zalim yöneticilere Cehennemvari bir hayat yaşatmışlardır. Bu başkaldırılar
sadece inançlı toplumlara has bir şey değildir. İnançsız veya inançları tahrif
edilmiş toplumların zalim yöneticilere karşı vermiş oldukları mücadeleye de
tarih şahit olmuştur.
1789 Fransız ihtilali bunun en çarpıcı örneğidir.
Fransa kralları, halkın bilinçlenmesine engel olarak onları küçümseyerek, alaya
alarak saltanatlarını sürdüreceklerini zannetmişler oysa halk onlara ve onlar
gibi olanlara öyle bir ders vermiştir ki, halktan özür dilemelerine rağmen ne
canlarını nede saltanatlarını kurtarabilmiştir.
Bir devlet kısa bir süre içinde olsa beşeri hukukla
yönetilebilir Lakin zulümle yönetilemez. Yakın tarihte bunun birçok örneğine
insanlık şahit olmuştur. 1979 İran
devrimi hafızalardaki tazeliğini korumaya devam ediyor. Şah halka rağmen,
halkı yönetmek istemiş, ülkenin tüm kaynaklarını batıya peşkeş çekmiş, kurmuş
olduğu terör örgütleriyle muhaliflerini öldürmüş ya da memleketten sürmüştür.
Tüm uyarılara rağmen şah emperyalist güçlerin maşalığını yapmaya devam etmiş ve
gelişen süreç içerisinde, kılıç kan
akıtır, kan ise zulmü temizler düşüncesiyle halk kıyam etmiş ve şah ülkeyi
terk etmek zorunda kalmıştı.
Aynı yıllarda dünyanın süper gücü olan Rusya Afganlı
mücahitler karşısında tutunamamış ve Afganistan’ı terk etmişti.
Günümüzde de küfür cephesinde değişen bir şey yok.
Arakan’da, Filistin’de, Suriye’de, Irak’da, Mısır’da ve dünyanın dört bir tarafında
müstekbirler tarafından Müslümanlara zulüm ediliyor…
Toplumlarında yöneticilik vasıflarını yitirip
saltanatlarını kaybetmek istemeyen yöneticiler halklarının özgürlükleriyle oyun
oynamasınlar!...
Halklarını sömürüp onlarla alay edenler, onların
kutsalını hiçe sayarak zulmedenler bilmelidirler ki; tarih tekerrür edecek zulüm sarayları
yerle bir olacaktır, akıttığınız kanlar Kızıldeniz’e dönüşüp sizi boğacak ve son pişmanlık fayda vermeyecektir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder